-
Canlı Yayına Mesaj Gönder
  • 25°C

Kalbe Ferahlık Veren İbadet

Huşu nedir? İşte Allah dostu Veysel Karani Hazretleri'nin verdiği cevap…

Annesi, Veysel Kârânî Hazretleri'ne sordu:

"–Oğlum bütün bir gece sabaha kadar nasıl ibâdet edebiliyorsun? Buna nasıl dayanabiliyorsun?"

O büyük Allâh dostu şöyle cevap verdi:

"–Ey güzel annem! İbâdetimi özene bezene yapıyorum. Kalbim huşû ile öyle genişliyor ki, yorulmak nedir bilmediğim gibi, yeryüzü ve her türlü bedenî hislerle alâkam kesiliyor. Bir de bakıyorum, sabah oluvermiş!.."

"–Nedir bu huşû hâli ey Üveys?"

"–Huşû; bir bedene mızrak saplansa, canın ondan haberdâr olmamasıdır."

Huşu, kalbin Allâh muhabbeti ve korkusuyla dolu olması, uzuvların da bu duygularla huzur ve sükûn bulmasıdır.

Huşû, aslı kalpte, tezâhürleri bedende olmak üzere iki taraflıdır. Kalbe âit tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi hiçliğini idrâk ederek, nefsi, Hakk'ın emrine boyun eğdirmek, son derece yüksek bir edeb, tâzîm ve saygı hissi duymaktır. Dış görünüşle alâkalı yönü de, bedenin uzuvlarında bu duygunun tesiriyle bir vakar ve sükûnetin meydana gelmesidir. Meselâ namazda gözlerin etrâfa değil, önüne ve secde mahalline bakması gibi…

Hayâtın ve ibâdetlerin huşû içinde nasıl yaşanacağının en güzel misallerini Peygamber Efendimiz'in ve ashâb-ı kirâmın örnek hayâtında müşâhede etmekteyiz. Hayâtının hiçbir safhasını âhiret gerçeğinden ayrı mütâlaa etmeyen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ibâdetlerde de son nefesteki hâlet-i rûhiyeye bürünmenin lüzûmuna dikkat çekmiştir.

Nitekim bir sahâbî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e gelerek:

"–Yâ Rasûlallâh! Bana öğüt ver, ancak kısa ve öz olsun!" dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"–Namazını, (hayâta) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Özür dilemen gereken bir sözü söyleme! İnsanların elindekilere tamah etme!" buyurdular. (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)

SALİH MÜMİNLERİN EN MÜHİM HASLETİ

İbâdetler ancak mânevî teyakkuz, huşû ve tefekkür ile îfâ edildiğinde kıymet kazanır. Ashâb-ı kirâmın ve onları güzelce tâkip eden sâlih mü'minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıdır. Nitekim Abdullâh bin Mes'ûd -radıyallâhu anh-, dostlarına şöyle derdi:

"–Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve daha çok gayret gösteriyorsunuz. Lâkin onlar sizden daha fazîletliydiler."

"–Ne ile bizden daha fazîletli oldular?" denilince de:

"–Onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi." derdi. (İbnü'l-Cevzî, Sıfatü's-Safve, Beyrut 1979, I, 420)

NAMAZDA HUŞUNUN EHEMMİYETİ

Namazdaki huşû hâli o derecede mühimdir ki, kulun kurtuluşa giden yolu bu kapıdan geçer. Zîrâ Mü'minûn Sûresi'nde:

"Muhakkak ki (şu) mü'minler felâh bulmuştur: Onlar, namazlarında huşû içindedirler." (el-Mü'minûn, 1-2) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz de, kulun, namaza riâyeti nisbetinde muâmele göreceğini şöyle haber vermektedir:

"Kul namaz kılar fakat namazının ancak onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı kendisi için yazılır." (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796)

Yâni kul için ancak huşû ve huzûr ile kıldığı namazın sevâbı vardır.

Yine Rabbimiz, namazı huşû ile kılmanın nasıl mümkün olabileceğini şöyle îzâh etmektedir:

"Sabır ve namaz ile Allâh'tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşû sâhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sâhipleri kendilerinin hakîkaten Rablerine kavuşacaklarına ve O'na rücû edeceklerine inanırlar." (el-Bakara, 45-46)

Yâni namazı, bir gün muhakkak Rabbinin huzûruna çıkacağı, eninde sonunda O'na dönüp hesap vereceği şuuruyla kılan bir kimse, gerçek huşû hâline ulaşmış olur.

Namazdaki bu huşû hâli devâm ettikçe, zamanla mü'minin bütün hayâtını kuşatır. Bunun içindir ki, Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, «Onlar, namazlarında dâimdirler.» (el-Meâric, 23) âyet-i kerîmesini işârî olarak:

"Namazdan sonraki hâlin de aynen namazdaki gibi olmasıdır." şeklinde tefsîr eder.

Bu hâle erebilmek için de, samîmî ve derûnî bir gönül râbıtası ile Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in ulvî ahlâkından nasîb alarak O'nunla aynîleşmek zarûreti vardır. Zîrâ Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- şöyle buyurmuştur:

"…Allâh Teâlâ, huşû dolu, hüzünlü, merhametli, insanlara hayrı öğretip Allâh'a itaat etmeye çağıran her kalbi sever. Katı, boş şeylerle meşgul olan, rûhunun tekrar kendisine iâde edilip edilmeyeceğini bilmediği hâlde bütün geceyi uykuyla geçiren ve Allâh'ı çok az zikreden her kalbe de buğzeder." (Deylemî, I, 158)

Kaynak: islamveihsan.com

Bu Haberi Paylaş:
Canlı Yayına Mesaj Gönder
  • 25°C

Mobil Uygulamalarımız

RADYO TURKUVAZ

27 Nisan 2024, Cumartesi
  • 07:00Turkuvaz Sabah
  • 10:00Kübra Alanson ile Bilmen Lazım
  • 12:00Turkuvaz Şarkılar
  • 15:00Müziğin Rengi
  • 18:00Hayatın Ritmi

Namaz Vakitleri

  • İmsak
  • Güneş
  • Öğle
  • İkindi
  • Akşam
  • Yatsı

Ajanda son 12 Saat

AYET, HADİS, SÖZLER

"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir."

Ahzâb Suresi 72. Ayet Meali
BİZE ULAŞIN